anahtarlar pencerede.

18'ime bastığımda paşa babam anday kıskulesi hikayesinden bir hayli etkilenmiş olacak ki beni çukurcuma'da bir köşke hapsetti.insanlardan uzak özellikle karşı cinsten uzak bir hayat sürmemi sevmemi sevilmemi istemeyen tavırları yüzünden ona kin besliyor, içten içe nefretle ölümünü tanrıdan diliyordum.nefretim gün geçtikçe büyüyor içimde bir çiçek gibi açan gençliğime dur diyemiyordum.
zaman geçtikçe köşk ruhani bir kimliğe bürünüyor, musluktan akmaz giderden taşmaz bir çekilde günde 4-5 litreye yakın su üretiyor, geceleri gaipten sesler çıkarıyor, durduk yere sarmalar dolmalar üretiyor önüne geçilmez bir güce sahip bir hal almıştı. evin ünü kısa zamanda tüm çukurcuma'ya , galata'ya , pera'ya hatta tüm tarihi yarım adaya yayılmıştı,halk galeyana gelip tekbir sesleri dualar ve meşalelerle evin etrafını sarıp beni çıakrtıp yakmaya teşebbüs etmişlerdi.21.yy da engisizyon mahkemelerinde bir katalik gibi yargılanmak içimi acıtıyor, inancıma gölge düşütüyordu. korku dolu günleri hala lanetler anıyroum. aradan 46 yıl geçmiş olmasına ragmen hala gözlerim dolarak tüylerim ürpererek hatırlıyorum. bir haberci güvercinle
-o zamanlar iphone die anılan bir türle- paşa babam andaya haber yolladım. o zaman kendileri piri reis ile birlikte alaçatı die anılan bir yerde sörf meşgalesi ile uğraşıyorlardı. kırıma deri ticareti için giden rus tüccarların kırmızılığı şehre dönen anday, halkı bir evliya sabrıyla yatıştırmış ve beni kurtarmıştı.ç daha sonra gelişen olaylar hayatımı kurtarmasına ragmen bana hayatta çektireceği acılara göre bir hiçti...
o olaydan sonra - ki tarihte 15 şubat 1457 çukurcuma isyanı die anılır olmuştu- köşkün ve çukurcuma'nın çehresi tamamiyle değişti.

zamanın mevcut türbelerinde çeşitlilik çok çok az olduğundan, ya koca arayabiliyordun ya da öss de net diliyordun.hadi diğer kalemlerle birlikte en fazla 5 çeşit olsun; ama yetmiyordu. yeni alanlar açılmalı, kişiye özel hizmetler sağlanmalıydı. bireysel bankacılığın ruhani platformda karşılığı gibi olsun, öyle hıncahınç kalabalıklar yerine her hizmete ayrı gün açılsın. böylece türbe türbe diye dünyanın öteki ucundan gelen, duvarlara kurşun kalem süren, kafası karışıp ösym'den hayırlı kısmet, helal süt emmişten 10 tane kimya neti isteyenler de bir rahatlasın die düşünmüştüm. psikolojik baskı oluyor diğer türlü, adam istediği dileğe konsantre olamadan sırası geçiyordu bir yerde o zamanın koşullarına göre..
karar verilmişti. bir genç kızı mutluktan ve acıdan uzak tutan nötr hayata asimile eden bi köşk insanlığa hizmet etmeli tüm aklı havada insanlara yol göstermeliydi.
dönemin en gelişmiş kütüphanesi google'da yaptığım günler süren derin araştırmalar sonucunda mekanı ilahi yapan en belirgin unsurun isim olduğunu gördüm ve araştırmalarıma bu şekilde yön verdim.zamanın ekonomik, kültürel,politik,sanatsal tüm argümanalrını toplaryarak birkaç seçeneğe kadar indirdim. isme göre profesyonelleşeceği iiçn halkın ihtiyaçlarına en iyi tercüman olacak mekanı yartmalıydım....

Çalışmalar 40 gün 40 gece sürmüştü.isimlerin günlere göre dağılımı aşağıda ki gibiydi.

1. gün

isim küsüratbaba ; sayılarla, bilançolarla, ekonomi ile dileği olanlar ona gitsin. elektronik tabelalar sürekli borsayı göstersin, okulunu bitiremeyen matematikçiler, dolara marka yüksek faiz martavalına para kaptıran hırslı yaşlılar sabahtan sıraya girip meramını aktarsın. dekontsuz, kefilsiz, parlak dişli bankacısız nezih bir ortam..

2. gün
isim taşınbaba ; bir şehirden diğerine gitmesi gereken ama mecali olmayan miskinler oraya gidip dilekte bulunsun. evden eve mi daha hayırlı yoksa kargo mu, evkurcuya haraç mezat bırakmak mı yoksa internet üzerinden ihtiyacı olanları bulmak mı? bütün bu soruları sorup en hayırlısını diledikten sonra, bu miskin arkadaşlarımızı türbenin servisi evlerine geri bırakabilir.

3.gün
isim kararbaba ; kararsızlık fıçısında yuvarlanan ve bu sürede hayatı kaçıran tüm patatesler, bu dertten bir an önce kurtulmak ve aldıkları kararı bir an önce uygulamak için bu türbenin önüne park etsinler fıçılarını. "en kötü karar, kararsızlıktan iyidir" diye mermerden yazı oyulsun hemen girişte. türbenin mimarisi net olsun. küp, iyi bir form olabilir. bütün boyutlar aynı; kararın kesinliğini sembolize etsin. kararsız gelen, yeri titreterek çıksın kapıdan. "ne yapsam ya" diyenler "akşama kadar bu bitecek" kesinliğine kavuşsun. kararsızlığın yavaşlattığı hayatlar biraz ivmelensin de memleketin önü açılsın vre.
.
.
.
.
.
.
.
.

40.gün
isim mesaibaba; çalışma saatlerinin acımasız olduğunu düşünenler, cumartesi çalışanlar, akşam kaçta çıktığı belli olmayanlar, tüm gündüzlerini bir yere kiralayıp karşılığını alamayanlar gelsin dilekte bulunsun. cumartesi öğlene kadar çalıştıran ve tüm haftasonunu pic eden kuruluşlara topluca beddua edilsin, cumartesi akşama kadar çalıştıranları ise allah bildiği gibi yapsın, helak etsin plazalarını. kimsenin hakkı kimsede kalmasın, insanlar eşlerine ve çocuklarına da zaman ayırabilsin. okulda ne yaptığını anlatan çocuğuna boş gözlerle bakmasın, onunla oyun oynayabilsin. yuvasının farkında olsun lan adam, çalışmakla ne düzeldi ki?



...

40. günün sonunda, tarihte şaban ayının 15. gecesine denk gelir, ilimi irfan sahibi dostlarımla seçenekler üzerinde düşünürken durakladım.. daha önce aklıma gelmemiş olan bir isim beynimin kıvrımlarımda sürtünerek ilerleyip ağzımdan bir çırpıda çıkmıştı...

hacıbaba...

gençliğimin vazgeçilmezlerinden olan " ben ne zaman didim hacı" repliği tarihin tozlu raflarından ortalığa dökülmüş, araf meydanında raks ettiğim "hacı baba her gece aşk yapmış" melodileri çınlamıştı kulağımda.
mutluydum.. insanlığa faydalı olmak yerine anılarımı taze tutmamk gerekliydi..

yıllar sonra bugün o mekanda "hacıbaba" diye anılan yerde, tüm dileklerimin teker teker gerçek olduğu bu mukaddes yerde, dil din ırk ayrımı olmadan yaşayabiliyor,akşamları bir acı kahve hoş bir muhabbet bulabiliyor, halimi hatırımı soran dostlar görebiliyorsam benim zaten dileklerim kabul olmuş demektir...insanlığında istediği bu değil mi?

dont war, make love...