orient expression

sultanahmet'ten sirkeci tarafına doğru inerken; ona dövme yaptırmayı düşündüğümü ve aklına gelen bir şekil olup olmadığını sordum. dövmeden hoşlanan biri değildi, ben de yaptıracak değildim zaten. oralı bile olmadı, gereksiz yere endişe verme çabam boşa gidince ikinci denemede bulundum: "bende şizofreni başlangıcı var". yalnız yaşadığım zamanlarda, derdime ortak olup şarabıma olmasın, sinemaya yalnız gitmeyeyim ama aynı zamanda iki kişilik bilet almayayım diye kafamdan uydurduğum karakterler en az benim kadar gerçekti, anne tarafından ispanyol asıllı sadık hizmetkarım esteban ara sıra gerçek olmadığımı iddia edecek kadar kendisini gerçek hissediyordu. hemen 20 metre arkamızdan eli kolu çanta dolu esteban gelirken,

"nasıl mesela?" diye sordu.

"eğer sen gerçekten buradaysan, 3 gündür dağ bayır demeden dolaşıyorsak, camisinden kilisesine,konserinden sinemasına, sergisinden müzesine dur durak bilmeden yürüyorsak sorun yok. ama ben bu kadar serüveni tek başıma yaşıyor, yemek yerken 2 porsiyon söylüyor, yanımda başka birisi varmış gibi galata kulesi hikayesini sesli sesli anlatıyorsam işte o zaman başım belada " dedim.

dalga geçtiğimi anlamıştı, güldü geçti. bizim durakladığımızı gören esteban da geride durmuş, çok isteyip de alamadığım lenslere bakıyordu. yolumuza devam ettik, tramvay hızla yanımızdan geçerken;

" ya gerçekten burada değilse, ben akşama kadar deli tavuklar gibi oradan oraya gidiyor ve akşamları küçük bir öpücükten sonra hemen uykuya dalıyorsam" diye içimden geçirdim. fotoğraf makinem doğruyu söylerdi, "gülümse" deyip deklanşöre bastım. canon yanılmamıştı,beni görmeye gerçekten gelmişti ve gülümsüyordu. benim gibi yazmaya başladığından kendine bakamaz olmuştu.ilgilenmiyordu kendiyle..saç sakal birbirne karışmış gözlerinin altında mor halkalar olmuştu..gri bogazlı kazağı, kadife kahverengi ceketi ve her zaman ki ayakkabıları ayağındaydı...

eminönü'ne inip yoldan karşıya geçtik. galata kulesi, yanaşan bir vapur, köprü, açıktan geçen tankerler, dalgaların üzerinde rodeo yapan bir balık ekmek teknesi ve kaosuyla sıradan bir istanbul zamanıydı. telefonum çalmaya başladı, arayan oydu. ona telefonu gösterip güldüm,arayan kendisiydi, benden daha fazla güldü. tuhaf şeyler oluyordu ve elimden bir şey gelmiyordu.bozcaada'ya gitmiş "keşke burada olsaydın" demek için aramış. "sende keşke burada olsaydın, istanbul bugün çok güzel" deyip telefonu kapattım. bir vapur daha yanaştı iskeleye, üç balık daha oltaya yakalandı...