fakfakfak

yüksek tempoda üç saatten fazla çalıştığımda çalışmamak için mutfağa girip sürekli çay içiyorum.-dün rüyamda çalışmadığımı gördüm sabahları gidecek bir işim yoktu. Çalışmak kadar ciddi bir mesai yapıyordum rüyamda çalışmayarak.ne zaman başlayıp ne zaman biteceği belli değildi.aysonu kavramıda yoktu ne yaparsan yap aysonu para yoktu, sigortadan da bahseden yoktu.uyku tutmadığı için o gün rüyamda 6 da başlamıştım çalışmamaya, öğleyin bir saat yemek arası sonra yine çalışmamak…-

envayi çeşit meyve çayı denedim, tüm otların çaylarını demledim kendime. hele ki beşinci saatten sonra devlet dairesi çaycısı gibi oluyorum içeriye gide gele. çünkü, bir gün içerisinde 9-11 dışında bırak bilgisayarı, abaküs verseler elime onunla bile ilgilenmek istemiyorum. devrelerim ısınıncaya kadar yarım oluyor. Saygıdeğer metabolizmam "yemekten sonra başlarız hattori" diye yatıştırıcı hormonu salıveriyor damarlarıma. yemekten sonra ise bir ağırlık dalgası geliyor bedenime. gözlerim açık uyuyup, bana soru sorarlarsa gözü kanlanmış st bernard gibi sesin geldiği yöne dönüyor "o son dediğini anlamadım" hareketiyle bakıyorum. daha bir kerede soru anlamışlığım yok, kimse de üzerime gelmiyor aklım yavaş çalışıyor diye.ama üç olunca saat, vücudum "hadi biraz iş yapalım" diye şahlanıyor, deli gayretiyle bir günde normal hızla bitireceğim işi üç saatte bitirip sonunda çayımın son yudumunu dikiyorum. bu işe girdiğimden beri böyle, günde en fazla bir kaç saat çalışabiliyorken, tüm günümü ipotek altına almak moralimi bozuyor. oysa, uyansam sabah on gibi... yatağımdan çıkmadan, radyomu açsam, ağır hareketlerle kalkıp duşumu, saçlarımı tarayıp,üstümü giyinsem. simit-çay için sahile inip, geçen gemilere, karşı kıyılara baksam. aklıma başka insanların başka hayatları gelse; dışarıdaki hayattan, taze fikirler yakalayıp öğleden sonra ofise girsem.. herkes mutlu olsa daha iyi olmaz mıydı?şimdi ne oluyor? evkaf dairesindeki hayriye hanım gibi oturuyorum sabahtan; kahvaltı edip çay içiyorum. günlük mecmuadan bir kaç havadis okuyacağım derken öğleni ediyorum. Akşamdan hazırladığım yemekleri sefertasımdan yerken, öğlen istirahatı da bitiyor. üzerine köpüklü türk kahvesi, günlük istihkakım olan tütünümü elimle sararken, daha tek bir iş yapmadan mesai bitimine yaklaşıyorum. gelen bir kaç dosyayı da tashih ederken ne içimde bir gayret kalıyor, ne de akşam eve gittiğimde bir neş'e.oysa artık zaman ilerledi, bir insanı ofise prangalamamak lazım. daha dinamik, daha hızlı daha yaratıcı olmak için, hayatın içine daha fazla karışmalı, bir koltuğun üzerinde muhabbet kuşu gibi oturmamalıyım. yaratıcılığın esas olduğu yeni düzen dünyada, bir insanı aynı ekrana baktırmak, her gün aynı şeyleri yaptırmak, ona saygısızlık, uzun vadede başarısızlık getirecek vizyonsuzluktur. tek günlüğüne başka bir şehire gidip, oranın hayatından kendime ip uçları çıkarmadıktan sonra, tabi benzer tüm hayatlar birbirine. bütün hepsi aynı elden çıkıyor gibi. zevksizlik ve tek düzelik başkenti olmak yolunda ilerliyorsa istanbul, bu biraz da onun içinde yaşayan insnların bileklerinde ki prangalardan olabilir mi? valla benim suçum yok, patron istemeyor dışarıda sürtmemi.