kendime yazığım gelii!

tüm hayatı ezberlese, özgürlüğünün elinden alındığı mecburi görevlerde o kadar zorlanmayacağını; müziği tüm saniyeleriyle beynine kazırsa, istediği zaman istediği şarkıyı dinleyip o şarkıları dinlediği yerlere ışınlanacağını düşündü. tek yapması gereken: her şeyi muntazam şekilde listelemek ve hayatı hatmetmekti.

kafasını gökyüzüne çevirip batıya doğru hızla geçen bulutlara bakarken şarabından bir yudum daha aldı. gözlerini sonuna kadar açmış, kulakları ve burnu soğuktan kıpkırmızı olmuştu. derin nefesler ciğerini dolduruyor, gözünü kırpmadan tüm hayatı beynine kaydediyordu. ovaya hakim olan çok yüksek bir tepeden her şeyi görebilirken kendisini etki alanı düşük bir tanrı gibi hissediyordu. uçurumun kenarından sarkan ayaklarına baktı, sonra da üzerinde impossible yazan sırt çantasına. çantanın ağzı yarısına kadar açıktı ve içindeki kutular mücevher gibi gözüküyordu. ayağa kalkarken sendeleyeceğini, bastığı taşın söküleceğini, uçurumun kenarından düşmemek için elleriyle bir köke tutunacağını, kökün de ağırlığa dayanamayıp topraktan çıkacağını ve kısa süren bir düşüş ile hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını düşündü. bunu düşünmek bile tüylerini ürpertmişti fakat uçurum kenarında değildi, uçurum kenarında olduğunu düşlemesi yetmişti. o kadar gerçekçi hayaller kuruyordu ki, vücudu neye inanacağını şaşırıyor ve düşmeden bir salise öncesini görüp yerinden sıçrıyordu. hayatı ezberlemek yerine düşlemek daha iyi olabilirdi..

tekrar etrafına göz gezdirdi, şimdi de başka bir yamaçtaydı, tek fark ova yoktu karşısında... hemen sağ tarafta eski bir kale, onun üzerinde dik yamaçlar, sonrasında ağaçlar ve ağaçların bittiği yerde de yıldızlar. arsız bir rüzgar havlunun altında ısınmaya çalışan iki kişinin sigarasından nefesler çekerken dağların arkasından henüz yükselmeye başlamış turuncu bir ay, çok uzakta başka insanlar ve byine şarap. gece olmasına rağmen her şeyi görmeye ve duymaya çalışmış, tüm hayatı beynine kaydetmişti. en ufak sesler ve en sönük yıldızlar dahil. ilk kez geldiği şehiri tamamen özümsediğinden, bundan sonra dünyanın herhangi bir yerinden buraya anında gitmenin yolunu bulmuş gibiydi. gözlerini kapatıp düşlemesi yeticekti. tüm dünyayı ezberlemek için kaç yıl yaşaması gerektiğini düşündü, yetmeyecekti. çok uzun yaşasa ve sürekli yolda olsa bile geride bıraktığı yerler değişecekti, tekrar geldiğinde bambaşka bir yerle karşılaşacaktı. yükselen aya baktı, gerçek mi düş mü olduğunu bilmiyordu. birden ışıklar patladı, gökyüzü beyaza boyandı ve gözlerini açtı.

yatağında uzanmıştı ve annesi odanın kapısından "kızım, uyuyormusun, bak seni görmeye gelenler var." diye seslendş. yerinden kalktı, içeri geçerken başı dönüyordu. koltukta oturan insanlar tanıdık değildi..bir koltuğun köşesine çöküp onlara bakmaya başladı. her zamanki sorulardan sordular, ezbere cevapladı. sadece hayatı değil başka insanların tepkilerini de ezberlemişti. yeterince zamanı olursa, tüm hayatı kafasından oynatabilirdi. tanrının da her şeyi ezberlemiş olduğunu düşündü. iddialı açıklamaların kaynağı buydu demek: zaten biliyor olmak.

oturma odasından kalkıp kendi odasına doğru yürürken birçok şeyi zaten biliyor olduğunu; karanlık odalarda, izbe barlarda, ofislerde yahut olmak istemediği herhangi bir yerde istediği görüntüyü hafızasından geri çağırabileceğini düşündü. köpüklerin içinde denize koşarken, bir pikenin altında ısınmaya çalışırken, apansızın öpüşürken, sarhoş olup yürümeye çalışırken, zamanın geçişine kadeh kaldırırken, rüzgarda sigara yakmaya çalışırkenki anları kayıpsız aklındaydı. biraz müzik ezberlemek için bilgisayarının başına geçti, winamp ilk şarkı olarak "babamız bizi sevmedi"yi çaldı, ezberlemek üzerine ne düşündüğünü bundan tam on sene sonra dönüp okumak için aklında ne varsa bir yere yazıp sonra kaydı yayınla tuşuna bastı..

sahile koşan bu dalgalar, dörtnala atlar gibi
özgürce yaşa hayatı, süzülen kuşlar gibi
kaybolma, adressiz mektuplar gibi
kaybolma, kumlardaki harfler gibi